30 Kasım 2010 Salı


nasıl da güçlüymüşsün sen bu kalenin içinde meğer,taşlarını özenle seçip etrafına dizdiğin bu duvarlar seni nasıl da korurmuş meğer değil mi?kaça kaça kimden kaçtığını unuttun sonunda, aynaya baktığında gördüğün kim?Hani '' o elini altına sokmaya değer taşı bulduğunda korkmadan sokmalısın'' diyen , hani '' acıysa çekilir, yolsa yürünür'' diyen...Kolaydı atıp tutmak değil mi? Kolaydı seni koruyan zırhı indirmeden , o kaleden çıkmadan , yüksek kulelerinden pencerelerinden akıp giden hayata bakmak.Hayata karışıyorum diye kendine masallar anlatıp akıp giden nehirde bırak yüzmeyi ayağını bile o sokmaya korkarak izlemek.Canım yanar diye kendini kendinle sarıp sarmalayıp , harcına o çok bilmiş aklını, mantığını döktüğün içini özenle döşeyip '' herkesin yeri ayrı , herkese kalbimde yer var'' deyip sözde kapısını açtığın evinde kendini o görünmez pelerinine gizleyip kimselere yaklaşmamak , o tavuskuşu sesinle insanları uzaklaştırmak kolaydı değil mi?Zor olanı baştan seçmek senin yeteneğin, zor olanı baştan seçmek , ellerinin , dizlerinin kanamaması için elinden geleni yapmak , önlemler almak senin hayat dediğin.NAsıl da güçlü-y-müşsün meğer değil mi? Yalnızlığım dediğin şeyin öyle çok güçlü olmaktan değil de aslında korkaklığından olduğunu anlaman ne kadar zamanını aldı?Hem güçlü olmak ne ki? TEk başınalığın mı gücün ?Seçtiğini zannettiğin şey mi gücün?Şimdi , elinde yüzünde, saçlarında onun kokusuyla , yüzüne düşen tuzlu damlalarla bir başına anlamsız bir boşluğa düşen kim?Anladın mı şimdi, seni koruduğunu zanettiğin, çok böbürlenerek hayatının ortasına koyduğun , gemine kaptan yaptığın o mantığının senin ayağına nasıl pranga, akan sularına nasıl bend olduğunu....Biliyorum az sonra yine kalbinin o katı bekçileri ellerinde gülen yüz maskeleri ve güçlü kadın gömlekleriyle çıkıp gelecekler, ama dar ama bol sana giydirecekler ellerindekilerini ve sen yine o çok bilmiş, korunaklı , mantık abidesi haline geleceksin ve kimbilir sana ne hikayeler anlatıp dudağındaki tadı , içine derin bir nefesle çektiğin ''onu'' ,yanaklarından aşağı usulca akıp onun yanaklarına karışan damlaları nasıl kurutup seni ''kendine'' getirecekler .Getirecekler ki '' selam dünya, n'ber ?'' diyecek kadar pervasız ol, kalbini o kaçtığı kutuya geri koy.HAydi son kez , cesaretin varken- varsa- söyle, hatırladın mı kimden kaçtığını?

16 Ekim 2010 Cumartesi

fark....

''... o ses senin tabiatın , varlığının parçası , değiştirilemez yanın, seçimin değil, seçtiğin değil, yaşamak zorunda olduğun''dedi hırsla sanki bu sorunun sorulmasını bekliyordu , önce kendini yıkıp kendi toplarıyla sonra yeniden kurmak için, aynı hırsla devam etti; ''benim sesimse seçimim , yaşamayı tercih ettiğim, mesafelerimi çizen ,sınırlarıma diktiğim taşım , buz gibi rüzgar taşısa da fırtınalar koparsa da zaman zaman yaz gecesi meltemine dönüşebilen tarafım ....işte bu aramızdaki fark''

13 Ekim 2010 Çarşamba

nasıl?


'' nasıl bir his ? '' diye sordu ona, gerçekten merak ettiği için mi yoksa sırf sorularını kendine sormamış olmak için mi olduğunu bilmeden ; '' nasıl ?söylesene, bu kadar güzelken, herşeyinle bu kadar göz alıcıyken , etrafındakiler senin bir parçana ulaşabilmek için bu kadar heveslenirken , senin türünün hiç bir üyesi seni taklit etmeyi aklından bile geçiremiyorken , sen , ağzını açınca, varlığının tersi o yokoluş sesiyle nasıl herkesi etrafından kaçırmayı başarıyorsun ? Dahası her defasında varlığınla bu kadar göz kamaştırıp , ağzını açmanla yalnızlaşmak , nasıl bir his?'' Önce anlamadı onu sorunun muhattabı , belki anlamak istemedi ama o kadar ısrar etti ki cevabını almak için karşısındaki , cevabın ağırlığını düşünmeden üstelik , sonunda dayanamadı ve dedi ki ; '' bu soruyu gerçekten merak ettiğinden mi soruyorsun yoksa sorunun gerçek cevabının kendi içinde olmasından mı korkup bana saldırıyorsun ? '' Bu kez durumu geçiştirme sırası ona gelmişti , ama kaçamadı , ağırlığı altında kalakaldı kelimelerin , cümlelerin....Pişman oldu içinden sorduğuna ama, Zamanıydı artık , dedi ki '' sen mi bu soruyu bana soran , sen mi benim güzelliğimle, parlayan tüylerimle , rengarenk kuyruğumla ezcümle güzelliğimle ters düşen , beni yalnızlaştıran , bana yaklaşmak isteyen herkesi kendimden uzaklaştıran sesin hissiyatını merak eden??Sen hiç kendine baktın mı benim gözlerimle? Ne farkımız var , şimdi sen söyle ....Sen değil misin etrafına ışıklar saçan, neşenle insanları çiçeğin özüne koşan arılar gibi kendine çeken, aklıyla, akışıyla , yaşamıyla baş döndürüp insanları kendine ayak uydurmaya gönüllü kılan ve yine aynı sen değil misin ,biri sevgiden - aşktan söz etmeye kalktığında tüm bu ışıltının karanlık tarafını almış , kapkara- buz gibi bir sesle herkesi etrafından kaçıran , sen değil misin , sahip olduğu her ne varsa sadece vitrinine koyup sonra o bet- rengi karanlıktan da koyu sesiyle ışığına kimseyi yaklaştırmayan?Şimdi sen söyle, ne farkın var benden ? Üstelik hiç değilse ben , bir tavuskuşuyum sonunda , tabiatım bu , ayna aksimi yansıtmayan bir sesim var , ya sen nesin ? TAvuskuşu bile olamayan br karanlık ses? Asıl sen söyle şimdi , nasıl bir his bu ?''

9 Şubat 2010 Salı

konuşmak ya da konuşmamak ya da kalmak mı kaçmak mı??05şubat2010a dair



yola çıkıyorum artık ben, hayatımın bir dönemini kapatıyorum.Bahsettiğim yol sadece uçakla, otobüsle gidilecek bir yol değil elbet bahsettiğim kazandığım yeni sıfatla, işimde "tek başına" olmaya giden bir yol üstelik sadece bu da değil, yıllardır yaşadığım herbir köşesinde çocukluğum da dahil büyüyüp yetişirken anılar biriktirdiğim şehirden beni ayıran bir yol.
Bu yola çıkmadan yani gitmeden önce, açık kalmış defter yapraklarını bir kapatıp, okunmamış yeni sayfa , hatta yazılmamış beyaz bir sayfa açmak lazımdı ve ben kendimden, kendim gibi yaşamaktan vazgeçemezdim.yani sözün özü konuşulmalıydı ve bu son konuşmanın amacı "bak işte son lafı ben söyledim ve gol oldu "demek asla değildi bu da bana yakışmazdı.Gölge ilişkiler, arkası güçlü olmayan birliktelikler artık benden uzak olsun, yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var ki; iki kişilik ilişki içinde tüm yükü sırtlanmak artık benim harcım değil, böyle bir haksızlığı artık ben kendime yapamam.Zaten 30 yıllık düzenimi, bir daha ne yolla döneceğim belli olmadan( hatta dönüp dönemeyeceğim bile belli olmadan) terk edip, hem işte hem de özel hayatta yeni bir yol çizmeye hazırlanırken yani hali hazırda hayatım üstüme yeterince yük bindiriyorken, iki kişilik yalnızlıklar taşımak kesinlikle kendime yapamayacağım bir kötülük .Hayatın bu kadar farklı yerlerinde duruyorken, önümü net göremesem de isteklerim- beklentilerim konusunda netken ,senin benim yerime gelebilmen için yürünecek çok yolun var, yalnızlığında boğulmadan yürüyebilmen dileğiyle.Yerine getirilmemiş ahdım, söylenmemiş sözüm kalmadı artık , bu şehirden ayrılırken ayağımın takılacağı virgül, kafamın takılacağı soru işareti kalmadı, kendime yeni noktalama işaretleri ve kelimelerle yeni cümleler kurmaya gidiyorum,hoşçakal....
Sinem

duvarlardan ses geldiğinde...30ocak2009a dair


ortada elini altına koymaya değer bulduğu bir taş varsa koymalı insan, çekeceği acının hesabını yaparak adımlarını kendine saklamamalı.Yoksa yürünen tüm yollar insanın yalnızlığına çıkar hale geliyor.İnsanın kendini seçmesi başka bir şey ama yalnızlığa bu kadar gönüllü olmak aslında kaybetme acısına katlanmaktan kaçmak, kendi korkaklığını "tek tabanca olmanın " arkasına saklamaktan başka bir şey değildir .
Gün gelip de yürünen yollar insanın yalnızlığına çıkar hale geldiğinde susturabildiğin iç sesinden başka, sesine duvarlardan başka ses gelmediğinde yalnızlığını sevmekle yalnızlığına mahkum olmak arasında seçim yapma lüksün çoktan elinden alınmış olacak ve sen, hem kaptanı hem tayfası olduğunu zanettiğin aslında kürek mahkumundan başka birşey olmadığın tek kişilik yaşam geminde yalnızlıklarına çarpa çarpa liman arayıp da kıyıya vuracaksın ,geçmiş olsun ...
Sinem

beklemek-8ocak2009a dair....


Bu aralar hayatın yönü beklemekten yana akıyor; doğru zaman, doğru mekan, doğru insan, dönemeçlerin doğru yanı, hayatın getirilerinin iyi yanı...
beklemenin aslında pasif bir eylem olmadığını düşünüyorum artık, sadece kollarını birleştirip arkana yaslanıp izlemek değilmiş beklemek.Önüne çıkan ihtimalleri düşünmek, değerlendirmek,bunlar içinde değiştirilebilir olanlara müdahale etmek ve belki en sonunda kenara çekilmek.Hİç pasif bir durum değil.
Bence, kenara çekilip beklemek bile kendi içinde hareketli bir süreç, insaoğlunun gel- gitleri, keşkeleri, seçilmemiş olasılığa duyulan merak hatta özlem, bu karşıdan bakıyormuş, sessizce bekliyormuşuz gibi görünen durumun arka planı aslında.Durgun suyun dibindeki akıntı gibi kendi çapında metaforlar yaratıp kendi bildiği yöne akmaya devam eden bir şey aslında beklemek
Ve bizler nasıl oyuncularız ki beklenen gelene kadar süküneti korumayı rol biçmişiz kendimize hem de başarıyla...
Sinem

simurgun yolculuğu


Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg , Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş.Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesiymiş
Kuşlar Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg'u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.
Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg'un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.

Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi... İstek, aşk, marifet, istisna, tevhid, hayret ve yokluk vadileri...

Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş...

"Aşk denizi"nden geçmişler önce...". "Ayrılık vadisi"nden uçmuşlar...". "Hırs ovası"nı aşıp, "kıskançlık gölü"ne sapmışlar... Kuşların kimi "Aşk denizi"ne dalmış, kimi "Ayrılık vadisi"nde kopmuş sürüden... Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle...

Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp;
Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış);
Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış;
Baykuş yıkıntılarını özlemiş;
Balıkçıl kuşu bataklığını.

Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "şaşkınlık" ve sonuncusu Yedinci Vadi "yokoluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf Dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.

Sonunda sırrı, sözcükler çözmüş: Farsça "si", "otuz" demektir... murg" ise "kuş"...
Simurg'un yuvasını bulunca ögrenmişler ki; "Simurg - otuz kuş" demekmiş.Onların hepsi Simurg'muş. Her biri de Simurg'muş. 30 kuş, anlamış ki, aradıkları sultan, kendileri;gerçek yolculuk ise kendine yapılan yolculukmuş....
Simurg